Mehmet Altan*
“Kurbanlıklara gösterilmesi gereken saygının esamesi okunmuyordu.
Bıçak sallayışına güvenen sözde kasaplar, özellikle büyükbaş hayvanları işkence edercesine kesti.
Kiminin daha kesilmeden bacağı koparıldı, kimi canlıyken iş makinelerine asılarak kesildi.
Önceki günkü görüntüler ‘vicdanlara’ huzur veren bir yöntem miydi?”
* * *
Bu satırları önceki gün yaşananlar için yazmıyorum.
2005 yılındaki kurban bayramında yazmışım.
19 yıl önce…
* * *
“Yerel ve evrensel vicdan…” başlıklı o yazıya gene vicdan üzerinden devam etmişim:
“İyilik etmekten lezzet alan, kötülükten elem duyan bir duyguya sahip miyiz?
İçimizde eylemlerimizi yargılayan, iyi ya da kötü bulan bir manevi mahkeme var mı?
İyiyi, doğruyu yapmak için gelişmiş bir zorunluluk hissimiz bulunuyor mu?
Vicdanımız hâlâ azap çekme yeteneğini sürdürüyor mu?
Aslında vicdanı tartışmanın tam da zamanı bu bayram günleri değil mi?
Ahlaksızlıktan, iki yüzlülükten, çalmadan, çırpmadan yaralı olan bir topluluğun vicdanı ne kadar hırpalanmıştır?”
* * *
19 yıl önce vicdanların hırpalanmasından söz ediyormuşuz.
Aynı yazıyı önceki gün yazsam, “vicdanımız var mı?” diye sorardım.
* * *
Vicdan aynı zamanda adalet değil midir?
2006 yılındaki “Bugün Bayram” başlıklı yazımda da o toplumsal adaletsizlik üzerinden dolaylı bir vicdan muhasebesi yapmışım…
“Bayramın ilk gününün hafta başına gelmesi de muhtemelen herkesi bayram kadar sevindirdi.
Sabahın köründe kalkmak yok. İtiş kakış, salkım saçak yollara düşmek yok. Sevmediğine mecburen merhaba demek yok. Akşama kadar saat saymak yok. Rutinleşmiş bir işin çarklarına kapılıp aynının tekrarı yok.
Günün efendisi sensin. Mekanın efendisi de…
Bugün bayram. Hem de pazartesi.”
* * *
“Bayramın pazartesiye denk gelmesi ‘çalışanlar’ için çift kaymaklı kadayıf.
Ama bir de işsizler var.
Türkiye’de çalışanların sayısı toplam nüfusun neredeyse üçte biri kadar. Son rakamlar toplam nüfusu yetmiş iki küsur milyon göstermekte.
Bunun elli milyonun üzerindeki kısmı iş yaşamına dahil olabilecek yaş ve durumda. Ama istihdam edilebileceklerin ancak yarısı aktif olarak iş yaşamında.
Bu, diğer ülkelerle kıyaslandığında çok düşük bir oran.
İş yaşamında bir yer alıp çalışmak isteyen bu yirmi beş milyon civarındaki insanımızın iki milyon iki yüz elli bini ise iş bulamıyor. İşsiz.
Onlar için bayramın da, bayramın ilk gününün pazartesiye gelmesinin de hiçbir anlamı yok.
Belki tersine.
İş aramaya ara verdikleri için biraz daha mutsuzluk demek.”
* * *
Geçmiş bayramlarda yazdığımız yazıların peşinde dolanırken, bir sürprizle karşılaştım.
Türkiye’de yayınlanmayan son romanı “Zarlar” Fransa’dan sonra gelecek ay İtalya’da çıkacak olan Ahmet Altan, 15 yıl önce yazdığı “Bayram” başlıklı yazıda annemin kurduğu bayram sofralarını anlatıyordu:
“Kavgalar, küslükler biter.
Ama asıl şenlik öğle yemeklerindedir.
Anneler bütün yeteneklerini döktürürler.
Dolmalar, börekler, mantılar, zeytinyağlılar, çorbalar, tatlılar.
Herkes birbirine takılır.
‘Babayla’ bile şakalaşılır, baba olgun bir gülümsemeyle çizer sınırı, çocuklar nerede duracağını bilir.
Ailenin bütün fertleri masaya dizilir.
Benim annem bayramda mantı yapardı. Geniş bir tepsinin içinde gelirdi mantı, sarımsaklı yoğurdun içindeki küçük beyaz hamur bohçacıklarının üstüne kızdırılmış yağ dolaştırılıp, biraz kırmızıbiberle sumak serpiştirilirdi.
Uzun saplı bir kepçeyle annem tabaklara mantı dağıtırdı.”
* * *
“Annem öldü.
Onun yerini Zeynep aldı.
Aynı annem gibi yapar o da mantıyı, aynen onun gibi tepside getirir, onun gibi dağıtır.
Küçük kızkardeş, bayramlarda anneliğimizi üstlenir.”
* * *
“Bayramların belki de en sevdiğim yanı bu, inançsızları bile koynuna alan o huzurlu neşesi.
Kimseyi dışarıda bırakmaz bu bayramlar, kapısını çalan herkesi buyur eder içeri.
Çok konuşulur, çok gülünür.
Ve, bugün bayram.
Annem öyle güzel mantı yapardı ki…”
* * *
Uzun bir Kurban Bayramı’nın ortasındayız.
Ama vicdanın, toplumsal adaletsizliğin neresindeyiz, her birimiz kendi konumumuza göre yanıt vereceğiz.
***
Ben ise Ahmet’in anlattığı annemin sofrasındayım… Bir zaman o sofrada kaybolacağım.
P24’ten alınmıştır.